Nisan 18, 2020

rüyalarımızı gerçekleştirmeye çalışmamalıyız. gerçekleri rüya yapmalıyız. Oğuz Atay


Kızlarla oturmuşuz, deniz kenarındayız. Bir masasını tutabilmek için haftalar önceden rezervasyon yaptırılan o kalburüstü yerlerden. Kemancı gelip de bir yerlerine para sıkıştırana kadar kulağınızın dibinde çalmaz, inceden inceden yerinde demlenir o da seninle. davulun sesi uzaktan hoş gelir. e biz de “bir tatlı huzur almaya gelmişizdir” zaten. 

herkes mutlu. rüzgar mışıl mışıl uyutacak bizi, ensemize dokunmadan nefesini üflüyor. ürperiyorum. Merve’nin saçları uzun örtüyor ensesini, ben şal istiyorum. balık kokuyor, mezeler, anason, masa örtüsünden hafifçe gelen lavantalı yumuşatıcı, hemen arkadaki masanın dibindeki sedir ağacı, paçanga böreği, deniz.. bir balık görünüp kayboluyor. aniden. tabağımdaki balığa mı dikildi gözleri? yumurtasını çaldığımız tavuk da kokusunu alıyor mudur yavrusunun? annem olsa “aynı şey mi? onlar bizim için gönderilmişler dünyaya” derdi. bu yüzden vegan olamadım belki de. inanmayı seviyorum işime gelen şeylere. 
bir sıçrayış daha. aynısı mı? yoksa arkadaşlarını mı çağırdı bir koşu gidip? sonumuz böyle olmasın konulu reklam çekimine alet oluyor olabiliriz. hayvanlar aleminde meslekler olsa biz de onların bizde olduğu gibi figüranlar olurduk belki de onların aleminde. tavuğun altından o yumurtayı alırken, sigorta şirketlerinin hırsızlara karşı korunma konulu reklam çekiminde bedavadan oynuyor ve en doğal işlerimizden birini çıkarıyoruzdur belki de. Kaosa açlık aileden geliy.. 

“Hooop e daldın ama rakı mı çarptı noldu canısı?” ile uyandırıyor beni Gizem. Tam ona dönüp bu muhteşem mantıklı fikrimden bahsedecekken Nazlı atılıyor.

“Paslanmışsınız Bilge hanım kızııım, dertlenmek yok bu masada. Bak ne dediik: erkek yok, iş yok, patron yok, tarihi gelmiş kredi ödemeleri yok, alt komşunun bitmek bilmez dım tıs’ları yok, hele kiiiii Elif denen o yellozun sarı saçları hiç yok. “Yarın yokmuş gibi” var sadece, yarın yokmuş gibi!”

“Evet Nazlı’ya bu konuşması için teşekkür ediyor veee kendisini pistten alıyoruz. Oh aç ağzını bakiyim annem, ham yap. Bir de Türk kahvesi söyleyelim sana.” 

Merve el ediyor garsona. arka masalardan birindeyiz, özellikle bakmadan görülemeyecek yerlerden. Bir süre kalacak havada eli. Çok dikkat çekmemek için indirecek sonra, ısrarı sevmez. Nitekim öyle de oluyor, zaten aklı Nazlı’nın ağzına iki lokma bir şeyler sokmada. Bunu bildiğim için çoktan kaldırmıştım kolumu, küçük bir el hareketiyle dikkatini çekiyorum garsonun. 

“Türk kahvesi, 4 tane, 1’i şekersiz” diyorum. 

Birbirini fazlaca tanıdığın insanlarla bir arada olmanın sağladığı konfor paha biçilemez. Az sonra Gizem kahvesinin yanındaki lokumu bana verecek mesela. Nazlı, Merve’nin elinden içecek kahvesini. Ben tabakları yavaştan toplamaya başlıcam ki kahveleri temiz içelim, kokusu karışmasın geçmişin kokusuna. Yeni bir sayfa açacak o gece içinde kahve. Muhabbeti farklı olacak, onun harcı değil sarı saçlı yellozlar.

“O değil de bu Elif belası bitmemiş miydi ya? Hani başka departmana geçmişti, gene nerden andı adını. Unutamadığı aşkına dönüştü yani iyice, normal değil.” diyor Gizem. 

Bu geceki 2.uyanışım.

“Yok yok geçen asansörde mi karşılaşmışlar, yemekte mi denk gelmişler ne. Öyle bir laf atmış bizimkine bu. Ordan bilendi gene. Veremedi ki ağzının payını, şimdi de nerde boşluk yakalasa tirat atıyor. Bir ara Elif de denk gelse şu boşluklara ne komik olurdu ha.”

“Lal olur bizimki yook. “O Elif sen değilsin"’den girer, Elif’lerin en ateşli sevicisi kesilir, “son Elif sevici”’de de kaybederiz onu. Boşver boşver. Anma ya şunun adını.”

“İti an olmasın şimdi doğru diyosun. Hem zaten konu dağıldı bak. sen hülyalar içinde denizden çıkıp gelecek Aquaman’ini beklerken biz de şarkılar diyorduk Bilocum, bazı anlamlara gelmiyorlar.”

Gülüyorum istemsizce. Tehlikeli Oyunlar’a olan sevgim, saygım ve bilimum tüm güzel ve naif sıfatları yakıştırmam ünlüdür. Adına şiir yazılmış kadınlar. Şarkılarla canlanan varlıkları. Hayata sığmayıp kelimelere taşmışlar, kelimeler cümle olmuş, cümleler kitap. Bir ömür yetmemiş onları yaşatmaya da sanki sonsuzluk bahşedilmiş isimlerine. Sırf bu yüzden sıkı sıkı sarılıyorum Tehlikeli Oyunlar’a. Bana değil ama bir Bilge’ye söylenmiş bu cümleler. Bilge suretinde bir başkasına belki de. O gecekonduda, o sokak arasında, o yatakta bir ağız açılıyor. Görmüyorum, duyuyorum. Bana söylüyor.

...Dünyanın sonu geldi; kimse inanmıyor. Sizin inanmanızı isterdim Bilge. Sizi seviyorum Bilge. Adınızı çok beğendim; benim de adım Hikmet. Ben buraların yabancısıyım.” diyor.

Sessizlik oluyor. Kurşun gibi ağır olanından. Şimdi susamazsın çünkü. Beyninde konuşuyorsun, bana mektuplar yazıyorsun, benim asla okuyamayacağım.  

“Bende hayat bilgisi zayıf albayım. Bilge bunları bilir, bu bakımdan akıllıdır; birlikte olabilseydik, insanlık çok yararlanacaktı bundan. Yazık oldu. Şimdi yanımda olsaydı, böyle üşümezdim albayım; beni bir arabaya bindirirdi hemen. Ben bunlara çabuk karar veremem albayım: Kararsızlığımla yanımdakilerin canını sıkarım.” diyor sonra.

Sıkılıyor canım. Hapsedildiği “mutlak yalnızlığı”nda da orda oluyorum onunla ama onun Bilge’si değilim artık. Bilmiyor olsa da dışarda kendi Hikmetleri olan başka bir Bilge’yim. Hepimizin Hikmet’i, Bilge’si, Sevgi’si var. 

Bir dost eli sıkmışım sanki. Vapurla giderken güneş yüzümü yalamış geçmiş. Anneannemin koynuna saklanmışım, başımı okşuyor. Ellerinde nasırlar var. Tarlaya gitmiş yine. Değdiği yerleri yol yol hissediyorum, sanki sevgisi içime girmek için yol açıyor. öyle bir his. Benim de kitabım var artık, adına kitap yazılmış bir kadınım diyorum. 

Kahve kokusu geliyor sonra. Kızlar konuşuyorlar, elden ele iletiliyor kahveler, sular. Gizem bana veriyor lokumunu, yanaklarından sıkıyorum, mutualist sarhoşluk. Nazlı yavaş yavaş kendine gelecek. Merve telefonla konuşuyor. Ayhan aramış, çocuklarla ilgilidir kesin. Kızlar gecesini bölebilecek tek kelimede anlaşmıştık en başta: Çocuk. Şimdilik bu minvalde telefonları alan tek üyemiz olduğu için de medarı iftiharımız olur kendisi. 

“Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” çalıyor arkadan. “Bütün kızlar toplandık”ın rakılı versiyonu. Daha çok şarkılar çalacak. Fallar bakılacak şarkılardan. Sıradaki şarkı sevip de kavuşamayanlara gelsin denecek. Onları asla unutmayız. 

Evde çocuklardan sonra yorulup uyuyakalan eşe gidecek birisi. 
Bir diğeri; kapı önündeki paspasın üzerinde sahibini bekleyen gözü açık kediye.
Çoktan iyi geceler fotoğrafı ve kalplerle uykuya gönderilmişlerin rüyalarında çalacak şarkı da yolda.
Bense bu akşam Hikmet’e istiyorum sıradaki şarkıyı. Tüm Bilgelerin yanında Sevgiler arayıp, tüm Sevgilerde de Bilge bulmaya çalışanlara. Gecekondusunda oturup anlaşılmayı bekleyenlere. Tehlikeli oyunlar oynamak isteyenlere.

“Bana çay pişir. Bırakalım her şey kendi kendine düzene girsin. Yavaş yavaş soyunalım. Bir şey kaybetmek korkusuyla yaşamayalım. Ne olacak endişesine kapılmayalım. Bırakalım zaman her şeyi halletsin. Bu söz bize korkunç gelmesin. Aynı ırmağa bir kere daha girelim. Acele etme, çay kendi kendine demlenir... Günlük yaşantıların küçük koşuşmaları içinde bunalmayalım, nefes nefese kalmayalım. İnsan kendini kaybediyor sonra.”


Hiç yorum yok:

트윗하기