Kasım 26, 2020

taşındık sddasd :D

Eğer bir gün buralara hala yolu düşen olursa, onu bu göz karmaşasından kurtarıp bilge-k.medium.com adresime beklerim efeniiiim. "Kalbim kadar temiz beyaz sayfa hissi" veriyor orda yazmak. renk seçme derdine düşmeden mis mis beyaz üstüne siyah mürekkep hesabı.

gelirseniz of ne sevinirim, muhabbet ederuk!

hayde bakalım has bakalım kendimize, sarılabileceğimiz günlere...


Haziran 10, 2020

...insan kendini kendi kantarında tartmalı! - Ece Temelkuran


Bugün bir yola çıkıyorum. Kendi başıma. Kendimle kalmak müthiş huzur veriyor bana, nasıl keyifli sorgusuz sualsiz kendin olmaktan başka bir sonucun olmaması. Her mahkumiyet böyle olsa keşke.

Şimdi bu yol dediğim kavram tamamen kendimi tanımakla ilgili aslında. Gözüme değip geçen hiçbir şey öyle sadece geçmiyor aslında. Kendimi devamlı sorguladığım bir dönemdeyim. İşten ayrıldım, ailemin yanına geleyim dedim ve pandemi süreci ve işsizliğimin devamı derken Trabzon'dayım hala, çocukluk ve gençlik kabuslarım, sorunlarım her biri ayrı ayrı üstüme gelmeye başladı, bulaştıkça kirlenmeye, kirlendikçe pisleşmeye döndüm. Battığım yerden cidden çıkamadığım günlerim oluyor. Açık yüreklilikle her şeyi yazmaya karar verdim ben de. Artık günlüklerime yazdığım kelimelerden kaygı, mutsuzluk akmasın istiyorum. Buraya geldiğim ilk hafta eski günlüklerimi okudum ve inanamadım. Ben bu insan değilim dedim. Olamam. Hatırlamıyorum hiçbirini ve lise boyunca o kadar mutsuzmuşum ki aslında içten içe. Günlükteki Bilgeyle; yaşayan, herkesin bildiği Bilge o kadar farklı ki çünkü. Kendim bile unutmuşum. Ve beni esas üzen hala aynı durumlara üzülebiliyor olmam. Çözerim ben bunları dedim. Nedir ki? Sadece üstlerine düşmedim, örttüm, mis gibi naftalinledim kapattım. Bir el atmama bakar dedim ve 2 ay geçti. Yine aynı yerden vurabiliyor aynı insanlar beni. Sonsuz zaman versem de değişmeyecek demek ki ben böyle devam ettikçe. Ben artık günlüğüme yazarken herkesin görmesine izin verdiğim o Bilgeyi yazmak istiyorum. 2 farklı hayatı birbirine uydurmaya çalışırken heder olmak istemiyorum. Bu kadar zor olamaz. Değil de zaten, biliyorum. Eminim. Ben burdayım. İstiyorum. Ve kendimle ilgili her şeye gücüm yeter. Bu kadar. 

Ağzıma, aklıma milyonlarca kelime geliyor şu an ve yetişemiyorum hızına, cümle haline getiremiyorum bir çoğunu ama bu süreçte hepsi yerini bulacak. Zaman vermeyi de öğrenicem bu yolda.

Kendim için sorular hazırladım. Sürekli sorduğum, bölüm pörçük cevapladığım ama sonrasında unutup gittiğim sorular ve onlara verdiğim cevaplarım var şu an önümde, kafamda. Her şey karışık. Ama derlemek toplamak, tozunu pisini alıp yerlerine yerleştirmek, sıkılınca hepsini bozup yeniden düzenlemek benim işim. 27 yıllık deneyim var burda. Ve her emek verdiğin bir gün minik minik başlayıp büyüyen değişiklikler yaratır hayatında. Bundan daha güzel bir hayat yolu olamaz. Kendindeki değişimi gözlemleme şansı. 

Şimdi "kendime açtığım bu yolda durmadan yürüyeceğime ant içerim" dediğimiz o günler gerçek oldu :D kim demiş okul yararsız diye!

Aklıma gelen soruları alta yazicam ve ne kadar olduğunu bilmediğim bir süreçte bunları yavaş yavaş, kendimi kasmadan ama gerçekten irdeleyerek cevaplicam. Daha fazla kendime geç kalmak istemiyorum. Kendimi ertelemek de. Ve eğer bir yerlerde birbirimize ışık olabileceğimiz birileri varsa belki de kimbilir burda buluşuruz? Ne güzel olur ha? 
E başlayalım bakalım bilocum...

- Ne ve kim olmak istiyorum?
- Olmak istediğim yolda benim isteklerime ne hizmet eder? Ne beni bu yolda tutar, teşvik eder, işime yarar?
- Zevk aldığım her şey ve bunlara karşı bana söylenenler neler? Olumsuzlamalar ve benim onlara karşı tepkim? Hala istiyor muyum yoksa sadece bir başkaldırı için mi diretiyorum yapmakta? Misal motor gibi..
- Zevk almadığım ve içinde anılmak bile istemediğim her şey? Ya da daha hafif tabiriyle "olmasa ah ne güzel olur"lar?
- Nasıl bir hayat yaşamak istiyorum manifestosu v2?
- Beni tanımlamasını istediğim sıfatlar? (Türkçe gibi) Ya da bunu istiyor muyum gerçekten? Ya da istemememin nedeni ne olabilir ki?
- Neleri zorunluluk olarak yapıyorum? Ya da zorunlu olduğumu hissettiğim neler var? Gelecekle ilgili kaygı yaşatıyor mu bunlar bana?
- Neler beni kısıtlıyor? Ve ben mi izin veriyorum bunlara? İzin vermesen olabilir belki bir denesene.
- Yapmak isteyip de "ama ailem ne der?" dediğim neler var? Ve neden suçluluk duyuyorum sonunda? Bunu düşünüp suçluluğunu da yenip yaptığın durumlar da oldu fakat sonunda hissettiğin suçluluk duygusunu hatırla. Neden? İnat üzerine mi yapıyorum? İstiyor muyum gerçekten?
- Olduğum kişi ile olmak istediğim arasında nasıl bir uzaklık var?
- Ve kendini sevmeye geldik. Bu uzaklık beni kendimi sevmekten ne kadar alıkoyuyor? Sebebim bu mu? Yoksa değişmeye olan direncim mi?
- Neleri seviyorum kendimde? Ve neden?
- Neleri sevmiyorum kendimde? Ve neden? 

Şu an bunlar sorularım. Sorunlarım. Süreçte zaten eminim ki yollarını çizip kendilerine yeni soru işaretleri ve noktalar da bulacaklar. 
Sonunda nereye varırım bilmiyorum ama bir anımı daha düşünerek ve yola bakarak geçirmek istemiyorum. Koşmak istiyorum. Nefes nefese kalmak. Nefesimin kesilmesini istiyorum yaşamaktan. İster klişe bir hayat olsun, ister meydan okuyarak her inanca. Ama kalbim atarken işe yarar bir şeyler yapmak istiyorum. Hayata dokunan. Ben bu dünyaya teknolojinin gelişimini izlemeye ya da ilerlemeyi kutsamaya gelmedim. Ben bu dünyaya insanlara dokunmak için geldim. Hissetmek için. Bence bundan daha manalı hiçbir şey yok. Çok fazla kavramla ayrılıyoruz birbirimizden. Kategorilere bölünüyoruz ama bir şeyler de birleştiriyor bizi eninde sonunda. Ben o birleşimi yakalamak istiyorum, kılavuzum o olsun istiyorum. Sevmek istiyorum herkesi, her şeyi. Bu daha anlamlı geliyor bana. Yoluma çıkan her varlıkla konuşmak, birbirimizi paylaşmak, içtenlikle ve gerçek ilişkiler kurmak ve her anıma şükretmek benim yolum olacak. Yazacak çok kelime, çıkılacak koca bir yokuş var. 

Başlıyoruz bakalım. 
Bugün Ece Temelkuran'ın bir röportajını dinledim podcast olarak. İnanamadım sadece kelimeleri art arda getirerek içime dokunmasına. Bir çok notlar aldım ama şunları diyerek bitirelim bu yazıyı. 

"...kendi kıymetini ispatlamak zorunda kalmak...". Kimseye kanıtlamak zorunda değiliz. "..hak etmediğimiz kantarlarda tartılıyoruz." ve biz o değiliz, olmak zorunda da değiliz. "İnsan kendini kendi kantarında tartmalı". İşte bu kadar. 

Ve sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman’a, mutluluk üzerine düşünceleri sorulduğunda Goethe'den yaptığı alıntıyı da ekliyim içimde kalmasın. 

"Büyük Alman şair Wolfgang Goethe aklıma geliyor. Duygusal şair. Ona sormuşlar, mutlu bir hayat yaşadı mı diye. Cevabı "evet!" olmuş. "Çok çok mutlu bir hayat yaşadım." "Ama" diye eklemiş hemen ardından, "tek bir mutlu hafta hatırlamıyorum" ve bu güncel felsefeye karşı bir yanıt. Bizler için bir uyarı. Çünkü bugün tanıtımla, reklamla, sürekli yeni, cazip, çekici modalarla mutluluğu hep daha iyi, daha iyi ve kesintisiz bir dizi memnuniyetler bütünü olarak düşünmeye itiliyoruz. Ve Goethe'nin öne sürdüğü (ki O, sadece mükemmel bir şair değil aynı zamanda çok, çok bilge bir insandı) şu ki, mutluluk üzüntülerin, sorunların üstesinden gelmektir. Şiirlerinden birinde der ki asıl kabus ardı arkası kesilmeyen güneşli günlerdir. Bunun alternatifi mutluluk değil can sıkıntısıdır. Heyecandan yoksun olmaktır. Peşinden gidebileceğin, uğruna kavga edeceğin bir amaçtan yoksun olmaktır. Goethe'nin söyledikleri genç insanlar için gerçekten bir uyarıydı. Hayatınızı sınırsız haz veren maddelerle dolu bir kaptan seçilen hediyeler yığını olarak düşünmeyin. Hayatınızı uzun, uzun bir mücadele olarak düşünün. Bu uzun mücadelede bir problemi çözersiniz, bir diğeriyle karşılaşırsınız ve yan etkiler çoğu zaman can sıkıcıdır. Ve evet beni kısa dönemde karamsar, uzun dönemde ise iyimser yapan işte budur."

Sağlıcakla :) 

Nisan 18, 2020

rüyalarımızı gerçekleştirmeye çalışmamalıyız. gerçekleri rüya yapmalıyız. Oğuz Atay


Kızlarla oturmuşuz, deniz kenarındayız. Bir masasını tutabilmek için haftalar önceden rezervasyon yaptırılan o kalburüstü yerlerden. Kemancı gelip de bir yerlerine para sıkıştırana kadar kulağınızın dibinde çalmaz, inceden inceden yerinde demlenir o da seninle. davulun sesi uzaktan hoş gelir. e biz de “bir tatlı huzur almaya gelmişizdir” zaten. 

herkes mutlu. rüzgar mışıl mışıl uyutacak bizi, ensemize dokunmadan nefesini üflüyor. ürperiyorum. Merve’nin saçları uzun örtüyor ensesini, ben şal istiyorum. balık kokuyor, mezeler, anason, masa örtüsünden hafifçe gelen lavantalı yumuşatıcı, hemen arkadaki masanın dibindeki sedir ağacı, paçanga böreği, deniz.. bir balık görünüp kayboluyor. aniden. tabağımdaki balığa mı dikildi gözleri? yumurtasını çaldığımız tavuk da kokusunu alıyor mudur yavrusunun? annem olsa “aynı şey mi? onlar bizim için gönderilmişler dünyaya” derdi. bu yüzden vegan olamadım belki de. inanmayı seviyorum işime gelen şeylere. 
bir sıçrayış daha. aynısı mı? yoksa arkadaşlarını mı çağırdı bir koşu gidip? sonumuz böyle olmasın konulu reklam çekimine alet oluyor olabiliriz. hayvanlar aleminde meslekler olsa biz de onların bizde olduğu gibi figüranlar olurduk belki de onların aleminde. tavuğun altından o yumurtayı alırken, sigorta şirketlerinin hırsızlara karşı korunma konulu reklam çekiminde bedavadan oynuyor ve en doğal işlerimizden birini çıkarıyoruzdur belki de. Kaosa açlık aileden geliy.. 

“Hooop e daldın ama rakı mı çarptı noldu canısı?” ile uyandırıyor beni Gizem. Tam ona dönüp bu muhteşem mantıklı fikrimden bahsedecekken Nazlı atılıyor.

“Paslanmışsınız Bilge hanım kızııım, dertlenmek yok bu masada. Bak ne dediik: erkek yok, iş yok, patron yok, tarihi gelmiş kredi ödemeleri yok, alt komşunun bitmek bilmez dım tıs’ları yok, hele kiiiii Elif denen o yellozun sarı saçları hiç yok. “Yarın yokmuş gibi” var sadece, yarın yokmuş gibi!”

“Evet Nazlı’ya bu konuşması için teşekkür ediyor veee kendisini pistten alıyoruz. Oh aç ağzını bakiyim annem, ham yap. Bir de Türk kahvesi söyleyelim sana.” 

Merve el ediyor garsona. arka masalardan birindeyiz, özellikle bakmadan görülemeyecek yerlerden. Bir süre kalacak havada eli. Çok dikkat çekmemek için indirecek sonra, ısrarı sevmez. Nitekim öyle de oluyor, zaten aklı Nazlı’nın ağzına iki lokma bir şeyler sokmada. Bunu bildiğim için çoktan kaldırmıştım kolumu, küçük bir el hareketiyle dikkatini çekiyorum garsonun. 

“Türk kahvesi, 4 tane, 1’i şekersiz” diyorum. 

Birbirini fazlaca tanıdığın insanlarla bir arada olmanın sağladığı konfor paha biçilemez. Az sonra Gizem kahvesinin yanındaki lokumu bana verecek mesela. Nazlı, Merve’nin elinden içecek kahvesini. Ben tabakları yavaştan toplamaya başlıcam ki kahveleri temiz içelim, kokusu karışmasın geçmişin kokusuna. Yeni bir sayfa açacak o gece içinde kahve. Muhabbeti farklı olacak, onun harcı değil sarı saçlı yellozlar.

“O değil de bu Elif belası bitmemiş miydi ya? Hani başka departmana geçmişti, gene nerden andı adını. Unutamadığı aşkına dönüştü yani iyice, normal değil.” diyor Gizem. 

Bu geceki 2.uyanışım.

“Yok yok geçen asansörde mi karşılaşmışlar, yemekte mi denk gelmişler ne. Öyle bir laf atmış bizimkine bu. Ordan bilendi gene. Veremedi ki ağzının payını, şimdi de nerde boşluk yakalasa tirat atıyor. Bir ara Elif de denk gelse şu boşluklara ne komik olurdu ha.”

“Lal olur bizimki yook. “O Elif sen değilsin"’den girer, Elif’lerin en ateşli sevicisi kesilir, “son Elif sevici”’de de kaybederiz onu. Boşver boşver. Anma ya şunun adını.”

“İti an olmasın şimdi doğru diyosun. Hem zaten konu dağıldı bak. sen hülyalar içinde denizden çıkıp gelecek Aquaman’ini beklerken biz de şarkılar diyorduk Bilocum, bazı anlamlara gelmiyorlar.”

Gülüyorum istemsizce. Tehlikeli Oyunlar’a olan sevgim, saygım ve bilimum tüm güzel ve naif sıfatları yakıştırmam ünlüdür. Adına şiir yazılmış kadınlar. Şarkılarla canlanan varlıkları. Hayata sığmayıp kelimelere taşmışlar, kelimeler cümle olmuş, cümleler kitap. Bir ömür yetmemiş onları yaşatmaya da sanki sonsuzluk bahşedilmiş isimlerine. Sırf bu yüzden sıkı sıkı sarılıyorum Tehlikeli Oyunlar’a. Bana değil ama bir Bilge’ye söylenmiş bu cümleler. Bilge suretinde bir başkasına belki de. O gecekonduda, o sokak arasında, o yatakta bir ağız açılıyor. Görmüyorum, duyuyorum. Bana söylüyor.

...Dünyanın sonu geldi; kimse inanmıyor. Sizin inanmanızı isterdim Bilge. Sizi seviyorum Bilge. Adınızı çok beğendim; benim de adım Hikmet. Ben buraların yabancısıyım.” diyor.

Sessizlik oluyor. Kurşun gibi ağır olanından. Şimdi susamazsın çünkü. Beyninde konuşuyorsun, bana mektuplar yazıyorsun, benim asla okuyamayacağım.  

“Bende hayat bilgisi zayıf albayım. Bilge bunları bilir, bu bakımdan akıllıdır; birlikte olabilseydik, insanlık çok yararlanacaktı bundan. Yazık oldu. Şimdi yanımda olsaydı, böyle üşümezdim albayım; beni bir arabaya bindirirdi hemen. Ben bunlara çabuk karar veremem albayım: Kararsızlığımla yanımdakilerin canını sıkarım.” diyor sonra.

Sıkılıyor canım. Hapsedildiği “mutlak yalnızlığı”nda da orda oluyorum onunla ama onun Bilge’si değilim artık. Bilmiyor olsa da dışarda kendi Hikmetleri olan başka bir Bilge’yim. Hepimizin Hikmet’i, Bilge’si, Sevgi’si var. 

Bir dost eli sıkmışım sanki. Vapurla giderken güneş yüzümü yalamış geçmiş. Anneannemin koynuna saklanmışım, başımı okşuyor. Ellerinde nasırlar var. Tarlaya gitmiş yine. Değdiği yerleri yol yol hissediyorum, sanki sevgisi içime girmek için yol açıyor. öyle bir his. Benim de kitabım var artık, adına kitap yazılmış bir kadınım diyorum. 

Kahve kokusu geliyor sonra. Kızlar konuşuyorlar, elden ele iletiliyor kahveler, sular. Gizem bana veriyor lokumunu, yanaklarından sıkıyorum, mutualist sarhoşluk. Nazlı yavaş yavaş kendine gelecek. Merve telefonla konuşuyor. Ayhan aramış, çocuklarla ilgilidir kesin. Kızlar gecesini bölebilecek tek kelimede anlaşmıştık en başta: Çocuk. Şimdilik bu minvalde telefonları alan tek üyemiz olduğu için de medarı iftiharımız olur kendisi. 

“Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” çalıyor arkadan. “Bütün kızlar toplandık”ın rakılı versiyonu. Daha çok şarkılar çalacak. Fallar bakılacak şarkılardan. Sıradaki şarkı sevip de kavuşamayanlara gelsin denecek. Onları asla unutmayız. 

Evde çocuklardan sonra yorulup uyuyakalan eşe gidecek birisi. 
Bir diğeri; kapı önündeki paspasın üzerinde sahibini bekleyen gözü açık kediye.
Çoktan iyi geceler fotoğrafı ve kalplerle uykuya gönderilmişlerin rüyalarında çalacak şarkı da yolda.
Bense bu akşam Hikmet’e istiyorum sıradaki şarkıyı. Tüm Bilgelerin yanında Sevgiler arayıp, tüm Sevgilerde de Bilge bulmaya çalışanlara. Gecekondusunda oturup anlaşılmayı bekleyenlere. Tehlikeli oyunlar oynamak isteyenlere.

“Bana çay pişir. Bırakalım her şey kendi kendine düzene girsin. Yavaş yavaş soyunalım. Bir şey kaybetmek korkusuyla yaşamayalım. Ne olacak endişesine kapılmayalım. Bırakalım zaman her şeyi halletsin. Bu söz bize korkunç gelmesin. Aynı ırmağa bir kere daha girelim. Acele etme, çay kendi kendine demlenir... Günlük yaşantıların küçük koşuşmaları içinde bunalmayalım, nefes nefese kalmayalım. İnsan kendini kaybediyor sonra.”


Ağustos 10, 2018

"Yapabileceği tüm hataları yapıp hiç ders almamak diye bir şey olmasaydı ben icat ederdim." Murat MENTEŞ / Ruhi Mücerret


“Vaay vay vay. 
Seni hergele. Uğrar mıydın buralara sen? Hem de gündüz vakti. Güzellik uykuna noldu? A aaa yoksa işe yaramadığını anladın da o bet suratını kabullendin mi ha dayısının gülü? Yüce Rabbülalemiiin senin hikmetinden de sual olunmaz ama “Yarattın, bak.” derler. Sen dönmüş arkanı gitmişsin. Yazık bee!!”

“Lan dayı sussan bile çekilmezsin. Yeminle işim düşmese semtine uğramam da işte para desen sende, tanıdık desen sende. Allah almış da almış bir dünya yerden de bu 2’sinden vereyim demiş herhal. "Yazık demiş, görür de üzülür haset haset haset kapılarımı aşındırır" demiş de vermiş işte. Ne bok insansın ya, insan yeğeninin kapısına gerdek gecesinde alacaklı gönderir mi be! 
“Özellikle de bu gece gidin, elinde paralarla sizi bekliyor.” demişin bir de, vay ananın pabucu! Ulan tam uzandım 2 dakika gevşicem TAK DA TAK, TAK DA TAK! Yıktılar ulan, mahalleyi yıktılar. 
Millet düğün sabahında pencere kenarından gizlice bakıp fingirdeşen taze evli bir çift göreceğine yüzü gözü dayaktan yamulmuş mal adamın tekiyle, şoktan ayılıp bayılan “AY KOMŞULAAAAR” naraları atan taze gelin gördü sayende.”

On kaplan gücünde sövdüm sana. Mahalleden arkadaşları, eşi dostu, hatta düşmanlarımızı bile topladım da toplu toplu sövdük. 
Yetmedi adam tuttum, şu adama ağız göz sövün, bak bir tanesi tutsun büyük paraya konacam, düşen malın da %50’si sizin dedim, o adamlara da sövdürdüm. 
Namaza başladım 24 saat oldu. Tek duam mezarlara giresin tez zamanda.  
Yetmedi fitre verdim, zekat verdim neyim varsa dağıttım el aleme, tek isteğim dedim şu tipe 3-5 beddua okuyun başka da bir şey dilemem sizden. 
Hacılara hocalara, papazlara, hahamlara gittim de her dinde lanetler okudum sana. Ah ateşlerde yanıp cehennemlerde kül olasın. Dirilip dirilip tekrar yanasıca. İblis sureti seni!

Oh yeminle içim rahatladı, kötü söz sahibinindir derler ya bana kalmasın o da senin olsun diyerekten, sırf gönlü bolluğumdan diyorum bunları sana. Yoksa arkandan falan konuşuyorum da, ar yaptım diye değil yani. Kaç yüzün var hangi birinin arkasından konuşayım yani?  
Manda camışı kılıklı at kafalı dangoloz.

Yalnız dedikçe diyesim geliyor, insana ilham veren bir tipin var. Yemin ederim aşka geldim, cana geldim. Kendime geldim. Oh! Gönder gönder sen arada gönder böyle abilerimizi de bir okşasınlar beni vallahi kafam yerine geldi. Meğer önceden nöron bağlarım zayıfmış. Baksana görüşüm açıldı, onlar dokundukça oturdular yerlerine. Yeniden doğmuş gibiyim.

"Dokunma artık aileme. Dokunma gecekondudan bozma evime. Dokunma kaçak çektiğim elektriğime. Dokunma eteği belinde gelinime. Eğer bunların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir tavşanı bile incitmemiş olan ben, Zülfü ustaaa, hiç düşünmeden ağzına burnuna tükürürüm senin anlıyor musun? Lama gibi tükürüklere boğarım seni ve dönüp arkama bakmam bile.

Konuştukça da konuşasım geliyor oy başım döndü dur oturam şuraya 2 dakika. Yemek de yiyemedim posta posta dayak yemekten. 2 ekmek arası bir şey getir de yiyek bari. Sen olmasan komşunun tavuğunun altından ütecektim yumurtaları. Yapacaktım menemeni de bir güzel. Yatağa da götürecektim ki romantizm olsun, ortam alevlensin. Ama kader utansın insan dayısını atsa atamıyor. 
Oy lanet gitsin yüzüne, bak gene gözüme çarptın tövbe estağfurullah görüşüm yitti görmek istemedi gözlerim, reddetti seni. Tüü be! At kafası! 

Canım karıcım ya! At deyince de aklıma hep Binnaz gelir ha.  At avrat silahtan herhal. "Düğünden gelen takıları satacaz borçlar için" diye yırtıyordur kendini şimdi. Bana en az 1 ay gün yüzü yok. Evlenmeden olmaz derlerdi evlendik gene yok sayende. Bak gene geldi sinir. 2 dakika unutamıyorum girmesene karımla arama, hayalde bile rahat yok. Ulan orda bırak bari git köşede oyna ya. 

Neyse şu benim borcu bir hallet tamam mı canım dayıcım bak insan gibi anlattım anlaştık. Aldım da ben de dersimi. Bir daha tövbe yoook ne borç ne bir şey. İnsan gibi çalışıp evden işe işten eve karımın sıcacık kollarına. Mini mini dizlerine koyar başımı vururum kafayı. Başka da yere vurdurmam kafamı vallahi söz billahi söz. Kumar falan da yoook bitti gittiiii. Ama sen öde benim hesabı tamam mı? 
Bak rahmetli babama söz verdiydin ben yaşadıkça bu çocuk benim himayemde, açta açıkta bırakmam ben onu diye. Emanete hıyanet olmaz. Öyle bir şeyler işte, taş yerinde ağırdır, bir elin verdiğini öbür el görmesin gibi şeyler. Anladın sen. 

Bak bu kafa göz dalmaları da unuttum bak. Hadi affettim kesin o adamların mallığıdır, sen demezsin, dokundurmazsın bana bilirim. O zaman sen ödersin di mi dayıcım? Oh ne güzel konuştuk anlaştık. Şurdan da giderken yengemden yemek yaptıysa bir şeyler alayım benim hanım daha yeni ya eli iş tutmuyor, o zamana kadar gelir gider yeriz sizde artık. Hatta ben yengemle konuştuydum sizin çatı katındaki oda da tam bize göre. Git gel zahmet olmasın bize oraya taşınalım dedim de yengem bir sevindi anlatamam. Tabak çanak kırdı vura vura. Yaparlar ya düğünlerde mutluluktan, canım yengecim de o adetleri hatırladıysa demek. Canım yengem ya. Neyse ben kaçayım dayıcım ellerinden öperim. Borcun makbuzunu kesip gönderirler bana artık. Ellerin, cüzdanın, aman hiçbir yerlerin dert görmesin. Canım dayım. Baba yarısı be!

"Yemin ederim insan değil bu. Yok her seferinde nasıl daha fazla şaşırtılabilir bir insan aklım almıyor. Ama bak Atıf, hep diyorum ben! Bunu dövdüklerinde kafa bir an yerine geliyor 2-3 manalı cümle kurduğunu rivayet edenler bile var. Ama sonra gene eski hale tornistan. Allah’ın kıt akıllısı işte napacan. Neyse ki para bol da hayır yapıyorum diye sayıyorum. Bağış diye kesiyorum makbuzunu şirketten. Vergiden de düşüyor ya işime geliyor. Neyse biz işimize bakalım ya nerde kaldıydık, şu binalar ne oldu imar izni falan diyordun. 

Ayseeeel kızım bir kahve getir şekerli olsun valla kafa kalmadı, tükürdü beynime gitti. Lama ağızlı. Neyse hadi devam anlat bakayım bir de seni dinleyelim alıştık dinlemeye…"



"ağlama ahmet ağlama
davranma kuşağına ikide bir
anam avradım olsun
bu kara günlerin sonu gelir
büyük balık küçük balığı yutar demişler
bok yemişler
onu sardalyalar düşünsün
sen balık değilsin ki ahmet
mek parmak mek parmak daha
sonu selamet"

OKTAY RIFAT

Haziran 06, 2018

"En tehlikeli insan tipi az anlayan, çok inanandır." Anton ÇEHOV


Yokluktan var oluyoruz. Hiç bir varlık şu anki haline doğumuyla gelmiyor. Bazıları şanslı doğuyor sanıyoruz ama o noktaya kadar eşitiz aslında. Sonra kopuyor film. İnsan insanın eline düştüğü an tüm kainatın seyri değişiyor. Çünkü insan doyumsuz, ne kadar iyi olursa olsun içinde bir yerlerde o karanlık taraf gizli. İster çıkarsın ortaya, isterse de son nefesine kadar saklı tutsun. Karanlıkla yüz yüze gelince mecburiyet kisvesi altında verilmeyen kararlar, gözden düşmeyen insan kalmıyor. Birbirimizin kuyusuyuz bu anlamda. Kim kimin içinde boğuluyor belli değil.

Düşünmenin insanı delirttiğini söylerler. Göz yumamadıklarına çözüm bulamamaktan oluyor galiba. Bir insanın bir insana üstünlüğü beni çıldırtıyor. Ne zaman ne yapacağımın söylenmesi, mentalite çerçevesine sığma ihtimali olmayan fikirlerin eğilip bükülüp toplumsal kurallar haline getirilmesi, bir şekilde kamuoyunun insanca akla sahip olmayan varlıklar tarafından kontrol edilebilmesi ve daha sonsuz saçmalıkla içiçe yaşıyoruz. Bunlar bir gün değişecek, ah çok mutlu olacaz, güneşli günler yakındır gibi ütopyalarım yok. Açıkçası hiçbir yolun bir diğerinden daha aydınlık olduğunu düşünmüyorum ortaya kişisel çıkarlar, siyaset, para, güç, statü vb tanımlar girince. Bu bölge insanlığın kara kutusu. Pandora umudu dünyaya saçmış başka bir kutudan ama bize kalan yine hırsımızda boğulmak olmuş. Hiçbir kutunun içi temiz değil bu ülkede.

Kişisel mutluluklara inanıyorum sadece. Mutlu bir insanım. Çünkü tek isteğim çevremi güzelleştirerek bu tip kavgalara karışmamak. Ne siyaset istiyorum habitatımda, ne bol para, ne statü, ne de fitne fesat.

Ne çıplak geziyor diye bir insanı yargılamaya hakkım var ne de türbanlı, çarşaflı diye.

Ne gülüyor diye bir insanı yargılamaya hakkım var ne de ağlıyor diye.

Milliyetinden, dininden, dinsizliğinden, fikirlerinden, inanıp inanmadıklarından, hiçbir durumda bağlı değiliz birbirimize. Sadece ve sadece saygı üzerine kurulu bir düzen olsaydı pek de güzel yaşardık. Herkes işine baksın. Nokta.

Ya sen kimsin ki de benim giydiğime, yediğime içtiğime, fikirlerime karışabilme hakkını kendinde görüyorsun. AKLIM ALMIYOR! Alabilmesinin de tek bir yolu dahi yok. Dünyanın bir düzeni olması için birilerinin birilerini yönetmesi gerektiği fikri ilk ne zaman çıkmışsa, insanın insana üstünlüğünün sadece toprak üstünde olacağı da bir gün anlaşılacak. Evet doğarkenki eşitliğimiz hayat içinde bozuluyor belki ama ölürken de eşitiz. Kimseye iltimas geçen yok. BÜYÜK insansın diye öldükten sonra da ay az daha yaşasın demiyorlar senin için.

Yine bir seçim dönemi. Yine hem halkıma hem kendime üzülüyorum. Sivas katliamı geliyor aklıma, yine Temmuz yaklaşıyor.

"Düşün altında binlerce kefensiz yatanı" dizesi içimi dağlıyor. Bunun için ölmüş olamazlar. Toprağın altıyla üstü yer değişsin yaşamaya hakkı yok üsttekilerin.

Yine her şeyi unutuyoruz. Yine sevmek istedikçe soğuyorum insanların dönüşebilecekleri o şeyden. Göz yumulanlardan. Suçsuzların suçluluklarından. Kimsenin temiz kalamamasından. Korkunç bir sarmalda yaşıyoruz. Tarih tekerrür ettikçe ivmeleniyor, üst üste biniyor şeytanca fikirler. Yetmiyor daha fazlasını istiyorlar. İnandırıyorlar halkımı kendilerine. Ya dine sığınıyorlar, ya Atatürk'e, ya Türklüğe. Ben kendimi bunlardan biri hissetmek zorunda mıyım? Hepsi olmak istiyorum belki. Sonsuz olasılıklar barındırıyorken içimde, sen beni nasıl sınırlandırırsın, nasıl birbirimize düşürürsün bizi. Ve biz nasıl bu kadar ahmak olup her seferinde yeniden yeniden ve yeniden düşeriz birbirimize. Ders kelimesine alerjimiz var hiçbir yaşta sevemiyoruz, alamıyoruz.

Anlatmak istediklerimi sayfalarca yazsam da yetmez. Ne aklım alır sonunda ne de bir sonuca ulaşırım. Dilerim ki daha kötüsü olmasın duamız kabul olur. Beterin beteri cidden var çünkü. İnşallah kafamızdaki örümceklerin temizlendiği, tozların süpürüldüğü, insan kelimesine anlam verdiğimiz günlere...



Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar?
Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar! 
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar…
Charles Bukowski

Nisan 16, 2018

"Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı." Sabahattin ALİ

Hiç sevmem helvayı. Para versem üstüne yemem. Ölüm geliyor aklıma, ağzımda toprak tadı. “Bugün de helvamızı dünyanın şu şu yerinde ölen x kişisi için kaşıklayalım arkadaşlar. Ama güzelmiş de helvası, tereyağından da kaçmamışlar, bak geçen Sait amcanın mevlitteki pek üstüme tutmamıştı mesela. Doğruya doğru...” şeklinde uzayıp giden diyaloglar canlanıyor aklımda da içim ürperiyor.

Bak kavurma yanında pilav da öyle. Dini durumlar harici bir yerde yiyemem, garip geliyor.
Zaten hep Müslüman bayramlarının diğer dinlerin bayramlarına göre daha kasvetli ve ciddi olduğunu düşünmüşümdür. Onlar eğlenirken biz hep görev insanıyız. Hep ibadet, hep ibadet. Cennette görüşeceeez!

Yana yatmaz denmiş ama yerlan bir olmuş hacıyatmaz, Tanrı bile batıramaz denmiş de buzdağına kafa göz dalmış Titanic gibi bir haldeyim şu an aslında.

“Bundan sonra asla içinde üzgünlük hali geçen cümleler yazdırmıcam klavyenin tuşlarına canım bilgisayarım” diyeli bir kaç gün olmuşken, hayat güzel olmayan oyunlar oynayabiliyor insana. Onun da işi bu napsın, arada kendini hatırlatması gerekiyor demek ki.

Ha keşke Leyla ile Mecnun'daki ölüm gibi olsa gerçek hayattaki de, ponçik ponçik etrafta dolanıp tırpanıyla dürtse insanları, arada gıdıklasa ama almasa canlarını. 

“Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim.” demiş Sabahattin Ali. Böyle düşünmek istemiyorum. Şu an kaldıramıyorum bunu. Evet ölüm kader. Net. Nokta. Dünyaya geldiğin an belli ki zaten sonun. Neden bu ilk defa duymuşluk demek istiyorum kendime de içim almıyor işte.

Oysa ki bu yaşıma kadar beni üzen çok fazla şey olmadı. Yani üzülürsün tabi ama yıkıp da yerlerde süründüren demek istiyorum. Hatta aşka, paraya, işe, her şeye her şeye isyan edip ağlayıp sızlayan, sürekli kırılıp dökülen, dünyada her şey onun başına gelmiş gibi davranan kişiliklerden hiç haz etmem, düşünürken bile afakanlar basıyor. Herkesin derdi ne büyükmüş dedirtiyor. Kimse dert görmemiş, diğerininkini duyan burun kıvırıyor. Ya her şeyin çözümü var da bazılarının yok be. Değiştiremiyorsun da değil, yapabileceğin bir şey yok. Süpergüçler olsa ne güzel olurdu şimdi. Ya da birilerine can verebiliyor olsak. Benim hayatım bana fazla, al biraz da sen yaşa desem, çıkarsam eklesem aylarımı, yıllarımı onun hanesine, ne kadar varsa kardeş payı etsek.
Çünkü bencilim, sen olmadan yaşayamam desem.
Çünkü yaşamında kıymetini bilemedim, bilemiyorum, gaflet ediyorum belki de, nefsime yeniliyorum ama aslında tüm ömrümü istesen veririm desem. Anlar o da biliyorum. "Allah sıralı ölüm versin." der belki bilmiyorum. Aramıza girmesin lütfen bu sözler.

Yine de o soru hep kalıyor orda. Değiştiremeyeceğim durumlara karşı tepkim ne olmalı? Ne olmalı? Ne olmalı?

Güçlü durmalısın şimdilik Bilge. Madem yaşanacak şeyler var, o zaman karşısına geçmemelisin, karşı koymamalısın. Geçmesini bekleyip, kalanları kurtarmalısın. Ve onun da arda kalanların içinde olması için dua etmelisin. 

Bu kadar karar, bu kadar cümle dedim durdum da yine bencillik yapıcam bugün. Umut edip maya çalacam göle belki tutar diye..
Sen duamı biliyorsun Allah'ım.
Amin.

Ve son olarak kahrolsun bütün helvalar.
Yaşasın lohusa şerbeti ve bebek mamaları.
Tekrar amin.

Mutlu kalın.

Mart 20, 2018

"İnsan çok, dünya büyük, hayat bir muammaydı." Ali AYÇİL

Bu toplumsal normlar konusunda ciddi sıkıntılarım var. Hiçbirine günahımı vermem, normsuz bir yer hayal ediyorum. No norm yazan da bir tişört giyincem. Matematikteki gibi NO parantezine de alır öyle esprikli mesprikli yazarım, kesin müritlerim de olur. Başta da güzel başlarız bak, kafalar kıyak asiyiz, devrimciyiz ya hani. Ama sonradan boka sarar normsuz derken donsuz başsız kalırız kesin. Ayaklanmanın sonu yere kapaklanmak. O yüzden bu olaya takılmadan özerk bölgemde yaşamaya karar vermiş bulunuyorum efeniiim.

Ve bu "yalnız ölmeme" konusunda da ciddi atılımlar yapmak üzereyim. İlk 5 yıllık kalkınma planımı oluşturdum. En büyük tesellim yüce Rabbimin benim için de birilerini düşünmüş olduğuna inancım. Ha ölümden sonraki hayat ve huriler de buna dahildir. Ona da sonsuz mutluluk deriz artık napalım. Ama şunu söylemek isterim ki yalnız ölmicem, bu kader böyle devam etmeyecek!

Evet ben bu cümleleri kuralı yaklaşık 4 yıl 11 ay 25 gün geçti. 5 yıllık kalkınma planımla ne kadar gurur duysam da tüm parametreleri hesaba katamamış gibi hissediyorum. Yoksa kesin olurdu, galiba çarpmada bölmede bir yerde yanlış yaptım. Ya da ayağı bacağı, kolu kanadı kırıldı, hastanelere düştü de gelemedi benimki. Gelirdi yoksa, gelirdi. Kesin gelirdi! Ben burda böyle oturmuş her gün evrene enerjiler yollayıp, otlar yakıp, tütsüler çekip çekip bekliyorsam o da kesin gelirdi. Neyse olsun o iyi olsun da ben beklerim. Bari şu son 5 gün 2. kalkınma planıma yoğunlaşayım. Bu sefer kesin olacak kesin!

Bunu söylememin üzerinden geçen 4 yıl 11 ay 27 günlük süreçte hayatımdaki ilerleme tırnak ucu kadar. Yeni doğmuş bebeğin o olmayan tırnak ucu. Bir arpa boyu yol gitmekteki arpaya muhtacım yarebbi. Hayır hikmetine sualim yok, biliyorum o da geliyor, yolda takıldı büyük ihtimal yoksa gelirdi ama biraz arkasından mı itelesen, belli ki az tembel kendisi. Napalım sen de onu öyle yaratmışsın ama bu kadar da sorumsuz olunmaz ki, nasıl çocuklarımın babası olacak bu adam diye de düşünmeden edemiyorum. Haklıyım ama biliyorsun. Bu dönemde çocuk büyütmek de çok zor zaten. Hep tek başıma mücadele edeyim ben. Of yordu bu çocuklar da beni, her tarafım ödem ödem. Şiştim! Bütün yük yine Bilge'nin omuzlarında. Neyse ben 3.kalkınma planımı yapayım ya yoksa evlilikten soğuyacam az kaldı.

Bunu söylememin üzerinden 2 yıl geçti sadece. Ara değerlendirme yapayım dedim kendime. Zaten öyle oturdum bekliyorum tam zamanlı. Sabahları 6 buçukta kalkıyorum. Bakıyorum bir var mı yok mu diye. Daha var cevabını veremedim tabi ama olsun. Sonra kahvaltı ediyorum. O sırada da arada yokluyorum kendimi, işe gidiyorum, işten çıkıyorum hep tetikteyim, hep hep! Allah muhafaza geçerse önümden falan görmezden gelmiyim.

Zaten uykuya da gözüm açık dalmayı öğrendim öğreneli rahata erdim. Ay hatta bak ne yapıyorum onu da anlatayım, en sevdiğim hobimdir kendisi. Her akşam ev kapısının kilidini değiştiriyorum. Sık aramalar listesinin başında çilingir Hayri abinin adı var zaten. Onu da adından dolayı seçtim hatta. Hayırlı bir iş olacak sonunda diye hayırlının Hayri abisi. Takıntılı değilim hayır mizacım böyle.

Neyse hani derler ya ilk girdiğin evde kapının anahtarını yastığın altına koy, o gece gördüğün kişiyle evlenirsin diye. Ben de her gün ev değişemem diye her akşam kapının kilidini ve böylece de anahtarı değişiyorum. Sağolsun Hayri abi de her gün aynı saatte geliyor değişiyor gidiyor, e beraber büyüdük resmen onunla 12 sene oldu dile kolay. İkimiz de bu işe gönül verdik. İlk zamanlardaki gibi garipsemiyor da beni, ona da devlet memurluğu gibi sabit gelir oldu. Çocuk okutuyor 4 tane o da, napsın, okumasın mı yavrucaklar. Kocacığımın yüzü suyu hürmetine bunlar hep. Ha hala bir rüya görmüşlüğün var mı derseniz, YOK, hatta o günden beridir rüyalar toptan kesildi, zifiri karanlığa uyuyorum ama napalım demek mizacı utangaç, görünmek istemiyor. Neyse ki ben tüm çakralarımı açtım da yeni bir evde anahtarı koyup yattığı an hop girivercem rüyalarına müstakbel beyimin. 2 çift lafım da olacak hatta kendisine ama şimdi burda demiyim, ikimizin arasında yaşananları başkaları bilsin istemez kendisi, gösterişi falan sevmez hiç. Yemin ederim her şeyimiz ortak, çıldırıcam mutluluktan! Ha bu arada erkekler arasında çok yaygın bir adet değilmiş bu anahtar geleneği galiba, önce bilinçlendirme çalışmaları yapmayı planlıyorum, bu aralar bu konuya kanalizeyim, çözücem az kaldı. 

Son 2 ay. Allah'ın hakkı 3'tür derler, bu sefer kesin olacak dedim ama galiba bu işe bir son verme zamanı geldi. 15 yıldır bulamayan son 2 ayda mı bulacak? Düğünlerde, doğumlarda çeyrek takmaktan gına geldi. Bir de 10 numaralı gülüşüm var ki ortamlarda, istemem yan cebime koy. Sanırsın feminizmin öncüsü, yalnız kurt. Başka alana yoğunlaşsam uzmanlığımı verirler ordinaryüs olurdum çoktan. Ama ne demişler sen elmayı sevdin diye elma da seni sevecek değil. Nice erkekler sevdim bir elmadan daha akılsızdılar. Onlara selam olsun, sayelerinde anladım aklın değerini. Nice erkekler sevdim kart horozdular, onlara selam söylemiyim, bir Fatiha okur geçerim, yer üstünde değillerdir büyük ihtimal. Gençlerden de sevdiklerim oldu tabi. Büyütmesi zor oldu kimini, dizimde salladım, yedirdim, içirdim, büyütüp ellere verdim. Kimineyse ben küçük geldiysem demek ki ağzıma emzik verip yolladılar beni. Her biri başka telden olunca bende de ondan biraz bundan biraz derken entelektüellik baş gösterdi. Engel olamadım gidişata. Sonunda hep aynı cümle. Ben sana layık değilim. E biz de biliyoruz onu, layık olsan değerimi anlarsın deli manyak. Yok yok baştan sistem yanlış. Herkese biri atanacak doğuştan beşik kertmesi mantığıyla. Sonra da çılgınlar gibi aşk yaşayacaz zaman kaybetmeden. Ayrılma, aldatma, kavga dövüş yok. Vıcık vıcık aşk. Böyle düşününce de bir tiksinme geldi ama bana ne canım herkesin kendi hayatı, ben kendi yoluma bakarım. Sonunda emellerime ulaşmış mıyım? Evet. O zaman let the sistem begin artık ya!

Bundan gayri ne anlatırsam mutlu sonla bitecek. O yüzden "devam edecek" etiketiyle okumamıza hafif bir ara veriyoruz. Kalkınma planı falan da yok. Beklemediğin anda gelirmiş derler. Tamam az beklicem artık, tamam tamam, anahtarı da değişmem hatta her gün. Ay ama olmaz, Hayri abi alıştı şimdi masraflarını hep bana güvenip yapıyor, bir tas çorba, bir kap pilav, 1 tencere yemek pişmesin mi o evde. Zaten yavaş yavaş kesmek gerek diyor ya doktorlar da kötü alışkanlık

lar için. Aynen öyle yapayım ben ya. Kendi gazıma gelmiyim şimdi sebepsiz yere.

E o zaman bir duanızı alır, karşılığını da binaenaleyh gönderirim efeniim. Kalpleriniz dert görmesin. Her nasılsanız mutlulukla kalın.

 


Her şey bu kadar basit aslında dedim kendi kendime. ''Dünya tozlanan bir yerdir.'' Bütün insanlar toz almak için gelirler dünyaya. Kimisi bir ülkenin tozunu alır, kimisi bir sehpanın, kimisi bir ceketin. Ama bazen bir gözün tozunu almak gerekir dünyada, kabul etmek lazım en zoru budur. 
ALİ AYÇİL
트윗하기