Haziran 10, 2020

...insan kendini kendi kantarında tartmalı! - Ece Temelkuran


Bugün bir yola çıkıyorum. Kendi başıma. Kendimle kalmak müthiş huzur veriyor bana, nasıl keyifli sorgusuz sualsiz kendin olmaktan başka bir sonucun olmaması. Her mahkumiyet böyle olsa keşke.

Şimdi bu yol dediğim kavram tamamen kendimi tanımakla ilgili aslında. Gözüme değip geçen hiçbir şey öyle sadece geçmiyor aslında. Kendimi devamlı sorguladığım bir dönemdeyim. İşten ayrıldım, ailemin yanına geleyim dedim ve pandemi süreci ve işsizliğimin devamı derken Trabzon'dayım hala, çocukluk ve gençlik kabuslarım, sorunlarım her biri ayrı ayrı üstüme gelmeye başladı, bulaştıkça kirlenmeye, kirlendikçe pisleşmeye döndüm. Battığım yerden cidden çıkamadığım günlerim oluyor. Açık yüreklilikle her şeyi yazmaya karar verdim ben de. Artık günlüklerime yazdığım kelimelerden kaygı, mutsuzluk akmasın istiyorum. Buraya geldiğim ilk hafta eski günlüklerimi okudum ve inanamadım. Ben bu insan değilim dedim. Olamam. Hatırlamıyorum hiçbirini ve lise boyunca o kadar mutsuzmuşum ki aslında içten içe. Günlükteki Bilgeyle; yaşayan, herkesin bildiği Bilge o kadar farklı ki çünkü. Kendim bile unutmuşum. Ve beni esas üzen hala aynı durumlara üzülebiliyor olmam. Çözerim ben bunları dedim. Nedir ki? Sadece üstlerine düşmedim, örttüm, mis gibi naftalinledim kapattım. Bir el atmama bakar dedim ve 2 ay geçti. Yine aynı yerden vurabiliyor aynı insanlar beni. Sonsuz zaman versem de değişmeyecek demek ki ben böyle devam ettikçe. Ben artık günlüğüme yazarken herkesin görmesine izin verdiğim o Bilgeyi yazmak istiyorum. 2 farklı hayatı birbirine uydurmaya çalışırken heder olmak istemiyorum. Bu kadar zor olamaz. Değil de zaten, biliyorum. Eminim. Ben burdayım. İstiyorum. Ve kendimle ilgili her şeye gücüm yeter. Bu kadar. 

Ağzıma, aklıma milyonlarca kelime geliyor şu an ve yetişemiyorum hızına, cümle haline getiremiyorum bir çoğunu ama bu süreçte hepsi yerini bulacak. Zaman vermeyi de öğrenicem bu yolda.

Kendim için sorular hazırladım. Sürekli sorduğum, bölüm pörçük cevapladığım ama sonrasında unutup gittiğim sorular ve onlara verdiğim cevaplarım var şu an önümde, kafamda. Her şey karışık. Ama derlemek toplamak, tozunu pisini alıp yerlerine yerleştirmek, sıkılınca hepsini bozup yeniden düzenlemek benim işim. 27 yıllık deneyim var burda. Ve her emek verdiğin bir gün minik minik başlayıp büyüyen değişiklikler yaratır hayatında. Bundan daha güzel bir hayat yolu olamaz. Kendindeki değişimi gözlemleme şansı. 

Şimdi "kendime açtığım bu yolda durmadan yürüyeceğime ant içerim" dediğimiz o günler gerçek oldu :D kim demiş okul yararsız diye!

Aklıma gelen soruları alta yazicam ve ne kadar olduğunu bilmediğim bir süreçte bunları yavaş yavaş, kendimi kasmadan ama gerçekten irdeleyerek cevaplicam. Daha fazla kendime geç kalmak istemiyorum. Kendimi ertelemek de. Ve eğer bir yerlerde birbirimize ışık olabileceğimiz birileri varsa belki de kimbilir burda buluşuruz? Ne güzel olur ha? 
E başlayalım bakalım bilocum...

- Ne ve kim olmak istiyorum?
- Olmak istediğim yolda benim isteklerime ne hizmet eder? Ne beni bu yolda tutar, teşvik eder, işime yarar?
- Zevk aldığım her şey ve bunlara karşı bana söylenenler neler? Olumsuzlamalar ve benim onlara karşı tepkim? Hala istiyor muyum yoksa sadece bir başkaldırı için mi diretiyorum yapmakta? Misal motor gibi..
- Zevk almadığım ve içinde anılmak bile istemediğim her şey? Ya da daha hafif tabiriyle "olmasa ah ne güzel olur"lar?
- Nasıl bir hayat yaşamak istiyorum manifestosu v2?
- Beni tanımlamasını istediğim sıfatlar? (Türkçe gibi) Ya da bunu istiyor muyum gerçekten? Ya da istemememin nedeni ne olabilir ki?
- Neleri zorunluluk olarak yapıyorum? Ya da zorunlu olduğumu hissettiğim neler var? Gelecekle ilgili kaygı yaşatıyor mu bunlar bana?
- Neler beni kısıtlıyor? Ve ben mi izin veriyorum bunlara? İzin vermesen olabilir belki bir denesene.
- Yapmak isteyip de "ama ailem ne der?" dediğim neler var? Ve neden suçluluk duyuyorum sonunda? Bunu düşünüp suçluluğunu da yenip yaptığın durumlar da oldu fakat sonunda hissettiğin suçluluk duygusunu hatırla. Neden? İnat üzerine mi yapıyorum? İstiyor muyum gerçekten?
- Olduğum kişi ile olmak istediğim arasında nasıl bir uzaklık var?
- Ve kendini sevmeye geldik. Bu uzaklık beni kendimi sevmekten ne kadar alıkoyuyor? Sebebim bu mu? Yoksa değişmeye olan direncim mi?
- Neleri seviyorum kendimde? Ve neden?
- Neleri sevmiyorum kendimde? Ve neden? 

Şu an bunlar sorularım. Sorunlarım. Süreçte zaten eminim ki yollarını çizip kendilerine yeni soru işaretleri ve noktalar da bulacaklar. 
Sonunda nereye varırım bilmiyorum ama bir anımı daha düşünerek ve yola bakarak geçirmek istemiyorum. Koşmak istiyorum. Nefes nefese kalmak. Nefesimin kesilmesini istiyorum yaşamaktan. İster klişe bir hayat olsun, ister meydan okuyarak her inanca. Ama kalbim atarken işe yarar bir şeyler yapmak istiyorum. Hayata dokunan. Ben bu dünyaya teknolojinin gelişimini izlemeye ya da ilerlemeyi kutsamaya gelmedim. Ben bu dünyaya insanlara dokunmak için geldim. Hissetmek için. Bence bundan daha manalı hiçbir şey yok. Çok fazla kavramla ayrılıyoruz birbirimizden. Kategorilere bölünüyoruz ama bir şeyler de birleştiriyor bizi eninde sonunda. Ben o birleşimi yakalamak istiyorum, kılavuzum o olsun istiyorum. Sevmek istiyorum herkesi, her şeyi. Bu daha anlamlı geliyor bana. Yoluma çıkan her varlıkla konuşmak, birbirimizi paylaşmak, içtenlikle ve gerçek ilişkiler kurmak ve her anıma şükretmek benim yolum olacak. Yazacak çok kelime, çıkılacak koca bir yokuş var. 

Başlıyoruz bakalım. 
Bugün Ece Temelkuran'ın bir röportajını dinledim podcast olarak. İnanamadım sadece kelimeleri art arda getirerek içime dokunmasına. Bir çok notlar aldım ama şunları diyerek bitirelim bu yazıyı. 

"...kendi kıymetini ispatlamak zorunda kalmak...". Kimseye kanıtlamak zorunda değiliz. "..hak etmediğimiz kantarlarda tartılıyoruz." ve biz o değiliz, olmak zorunda da değiliz. "İnsan kendini kendi kantarında tartmalı". İşte bu kadar. 

Ve sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman’a, mutluluk üzerine düşünceleri sorulduğunda Goethe'den yaptığı alıntıyı da ekliyim içimde kalmasın. 

"Büyük Alman şair Wolfgang Goethe aklıma geliyor. Duygusal şair. Ona sormuşlar, mutlu bir hayat yaşadı mı diye. Cevabı "evet!" olmuş. "Çok çok mutlu bir hayat yaşadım." "Ama" diye eklemiş hemen ardından, "tek bir mutlu hafta hatırlamıyorum" ve bu güncel felsefeye karşı bir yanıt. Bizler için bir uyarı. Çünkü bugün tanıtımla, reklamla, sürekli yeni, cazip, çekici modalarla mutluluğu hep daha iyi, daha iyi ve kesintisiz bir dizi memnuniyetler bütünü olarak düşünmeye itiliyoruz. Ve Goethe'nin öne sürdüğü (ki O, sadece mükemmel bir şair değil aynı zamanda çok, çok bilge bir insandı) şu ki, mutluluk üzüntülerin, sorunların üstesinden gelmektir. Şiirlerinden birinde der ki asıl kabus ardı arkası kesilmeyen güneşli günlerdir. Bunun alternatifi mutluluk değil can sıkıntısıdır. Heyecandan yoksun olmaktır. Peşinden gidebileceğin, uğruna kavga edeceğin bir amaçtan yoksun olmaktır. Goethe'nin söyledikleri genç insanlar için gerçekten bir uyarıydı. Hayatınızı sınırsız haz veren maddelerle dolu bir kaptan seçilen hediyeler yığını olarak düşünmeyin. Hayatınızı uzun, uzun bir mücadele olarak düşünün. Bu uzun mücadelede bir problemi çözersiniz, bir diğeriyle karşılaşırsınız ve yan etkiler çoğu zaman can sıkıcıdır. Ve evet beni kısa dönemde karamsar, uzun dönemde ise iyimser yapan işte budur."

Sağlıcakla :) 

Hiç yorum yok:

트윗하기