Mart 12, 2015

Ben bir düşten öbür düşe atlıyorum. Yaşadığım hayat aslında bana ait değil. Ben ancak bir rüyaya sahibim.. AYTUĞ AKDOĞAN

Gözlerinin önünden akıp giden yollar yıllara dönüşüp geçmişe uzanan yollar oldu zihninde.. Yolculuğun heyecanıyla oturduğu yerde bir sağa bir sola dönüp duruyor ama bir türlü uyku tutmuyordu.
Ve sonra bir an..
Hafif bir uğultu..Ya etraftan hiç ses gelmiyordu ya da gelen tek ses bu tekdüze uğultuydu. Etrafına çevirdi bakışlarını. İnanılmaz bir hafiflik var üstünde. Sanki bedeninin, dünyanın yüklerini taşımıyor artık ruhu. Sahi ya nerede şimdi. En son ne yapıyordum diye soruyor kendine bir an. Cevap yok. İç sesi de mi sustu? O asla susmaz sanırdı oysa ki. Beyni patlayacak olurdu da kimi zaman gene de durduramazdı ama şansa bak ki bir cevap gerektiğinde tüm yollar kapalı olur böyle..

Hafiften kalkıp etrafa göz attı. Günlerdir illallah ettiren o yılgınlık, yorgunluk, hiç bir şey yok üstünde. His yok. Galiba bazı hisler bir takım başka hislerin tetikleyicisi. 

Yataktan kalkıyor yavaşça. Terlikler her zamanki yerinde. Üstünde kızların doğum gününde aldığı saten pijaması var ve arka planda saatin o bildik tik takları.. her zamanki gibi gri bir gün. Tekdüzeliğin rengi olsa gri iyi bir aday olurdu. Sebepsiz yere renksiz. Siyah bile bir renkken  gri fazla arada kalmış.

Sonra bir an etrafa bakıyor gayriihtiyari. En son, kafasını cama yaslamış mısır tarlalarının arasından kurtulup, sarının yeşile, Anadolu’nun Karedeniz’e dönmesini ve alabildiğine mavinin huzur olup içine dolmasını beklerken uyuyakalmış olmalı. Ama terlikler, kıyafet, yatak.. Rüyada, rüyaya dalmanın realitesi bu galiba. Acaba rüyada olduğumuzu bilerek devam edebilir miyiz görmeye? Ve istenen şeylere döner mi o rüya, hayal gücünün de tesiriyle.

Markus Zusak, "Hiç Kimse Sıradan Değildir" kitabında;

“Sonra gidip kendi yatağıma girer ve rüya görürdüm.
Gözlerim açıkken..”
demiş.

Yaşamanın edebiyatçası galiba bu. Her günümüz ya gerçek rüyalarla ya da bizim rüya gibi gördüğümüz gerçeklerle örülü.

Her gün “Ben rüyada mıyım?” diye kendine sorup da bir gün “Evet” cevabını alırsan kontrol edilebilir rüyana başlarsın demiş psiko-fizyolog Stephen LaBerge. Kim bilir doğrudur belki de. Etrafta çok fazla teori varken insanın beyni de hissizleşiyor bilgiye karşı.

Ani bir sarsıntıyla uyanılır ya hep kitaplarda, filmlerde. Farklı olsun isterdim, ya da hiç bitmesin bu rüya. Ama “her hikayeye bir son lazım.” Aniden uyansın o zaman kahramanımız. Yüzünün sağ tarafından boynuna doğru ilerleyen bir ağrı. Yine uyuyakalmış kütüphane masalarında. Her öğrencinin mezun olmadan mutlaka yaşaması gereken deneyimler listesinin bilmem kaçıncı maddesi.

Hafifçe gerinmesiyle beraber dile geliyor bütün vücudu uyku diye. Kemiklerine fısıldayan adam. Saate bakıyor kafası yerine geldiği gibi. Ohh erken, daha 10 dakika olmamış ama o 2 evren gezip rüya içinde rüyalara dalmış bile. İnsan kafasının içinde seyahat ederken zaman, yer, hayal gücü sınırlaması yok. Ne kadar ironik. Bu kadar geniş bir dünyaya sahipken içinde sıkıştığımız bir hayatı kabullenme zorunluluğu.

Yanağında çıkan kalem izlerine gidiyor eli, formüller cildine kazınmış, daha kafasına girmeden. Yavaşça toparlanıyor ve eşyalarını alıp giderken bir başkası oturuyor bile yerine. Esniyor hafiften yeni gelen. Kağıdını, kalemini çıkarırken diğer eliyle de ağzını kapamaya uğraşıyor bir yandan. Ve hafifçe gerinip uykunun eşiğinden döndürmeye çalışıyor kendini. Birazdan 10 dakika diyerek koyacak başını, yastık niyetine yerleştirdiği çantasının üstüne. Ve aynı döngü tekrar edip duracak insanoğlu yaşamaya devam ettikçe...  
Herkesin rüyalarını yaşaması dileğiyle diyelim o zaman. Sınırlar zorlanmak içindir. Kendi kararlarınızı kendiniz verin, aileniz ya da bir başkası değil. Dünkü sıkıntılar bir gün geçecek ama yapmadıklarınız içinizde bir ukde olarak kalacak eğer gerçekten istediyseniz. Yapın, beklemeyin. Uzun ve sınırsız imkanlarla yaşayacakmış gibi değil, bugünü sadece hayallerle dolduracakmış gibi yaşayın, ömrünüz uzun olsun. Haydi eyvallah mutlu kalın...

Rüyalar çoğu zaman gerçekten daha gerçektirler çünkü. İnsanın en karmaşık, en dokunulmamış eğilim, arzu ve kaygılarını ortaya koyarlardı; bozulup eğrilmemiş, törpülenip yavanlaşmamış derin içselliğini. Kalıpların, yasakların içinde kenetlenen, bastırılan duyguların, denetim ortadan kalktığında sere serpe ortaya dökülen gündelik tutanaklarıydı onlar.
İnci Aral - Mor

Hiç yorum yok:

트윗하기