Şubat 26, 2018

her ağacın arkasından karşıma siz çıktınız, öylesine çoktunuz ki bunaldım yalnızlıktan... Oktay RIFAT

"Hişt Osmaaaan! Kalk oğlum kalk şeytan yalamış hep suratını. Hadi yıka yüzünü gözünü de bir koşu ekmek al gel hadi annem, bak soğuyacak siriktalar. Bak senin sevdiğin gibi yaptım pekmeze bana bana ye diye hadi annem hadiii.."

Her sabah aynıydı bizim evde. Klasik, evin küçük çocuğuydum işte. Ne zaman evde olsam hah o an bir eksik çıkardı bir yerde. Ne zaman bir sabah uykusu çekmek istesem, oh okul da 2 gün tatil desem ya sabun biterdi, ya ekmek, ya un. Bizim köyde de bakkal tek tabi o zamanlar, şimdi nasıldır bilmem, gitmedim o taraflara seneler oldu. Gerçi köy kaldıysa o bile iyi, bakkal ayakta mı kalır bu zamanda, hele bir de köyde. Eski kafalar işte. Ha evet bakkal diyordum uzaktı bizim evden. Say ki çocuk hızımla koşsam 10 dakika mesafesi vardı en az. Gidiş iyiydi bak koşarken uyanırdın yolda ama dönüş yolu cehennem ateşi. Ah o sıcak ekmeklerin tene değdiği yerler alev alırdı da bir o ele bir bu ele atar ederken eve gelesiye kadar dinerdi ateşi. Ama tabi ekmek almanın adabı gereği ödülüm de guduğunu tek başına yemek olurdu. Tek tutuşta koparıp atardım ağzıma ama haşlana haşlana ne büyük zevkle yerdim be. Yanında bir şey istemezdi. Sanırsın farklı malzemeden yapmışlar orasını, öyle bir lezzet. Geri kalanından asla alamazdın o tadı. Bu durum değişmedi bak hala biri ekmek almaya gittiyse o ekmek gelene kadar guduğu yenmiş olur. Gizli gelenekler.

“Hişt Osman! Kime diyorum ben acaba? Başçavuşun eşeği mi çığırıyor burda? Hadi len bak herkes oturdu sofraya seni bekliyor. Gece yatmak bilmez sabah kalkmak bilmez. Vallahi aldım değneği geliyorum Allah'ıma kitabıma şimdi de kalkmazsan ayağımın altına alacam seni len!” cümleleri de sabitti bizim evde. Bir nevi parola. Değnek lafını duyduğun an bilirdin ki kalkma zamanı şimdi gelmiştir, öncekiler hep fragman. 
Bir fiske bile vurmamıştır anam babam küçükken haklarını yiyemem. Kimi arkadaşların kolları cımcırılmaktan, vurulmaktan mor gelirdi de ben bir kere dilden düşüp gerçek olduğunu görmedim bu lafların. Böyle büyüdük biz, çok mutluyduk. Şimdinin reklamlarındaki mutlu aileler gibi. O zamanda bile bilirdi anam babam, dövseler gene yapacam, hem de inatla yapacam bu sefer ve normal gelmeye başlayacak, bile isteye yapar hale gelecem. Ama onlar hep konuştu bizimle. Doğruysa da konuştular yanlışsa da. Konuşmanın, anlatmanın her şeyi çözeceğine inanırım bu yüzden. İnsanoğlu konuşa konuşa.. Hele bir konuşsa..

O “len!”i duyduğum gibi fırlardım tabi yataktan. Bir yandan yatağın uzantısı, sıcacık elleriyle beni sarıp sarmalayan pijamalarımdan kurtulurken, bir yandan da “Anneee, para nerde?” şeklindeki günlük repliğimi tekrarlardım. Cevap hep aynı olsa da yeniden duymak hoşuma giderdi niyeyse. Galiba monotonluk insana güven veriyor kaç yaşında olursa olsun. Her zamanki “Babanın cebinden al oğlum, üstünü de getir ama ha.” cevabını da duyduktan sonra bir koşu çıkardım evden. Hala gözümün önünde o an. Yaz günü tabi, çünkü tüm güzel şeyler yazın olur, güneş kışın sakladıklarını yazın gözüne gözüne sokar insanın. Çiçekler konuşur, hayvanlar konuşur, hafif esen rüzgar konuşur, kıyıya vuran dalgalar konuşur o vurdukları taşlarla.
Ben de uykudan yeni açtığım, daha 10 senelik ömür görmüş gözlerimin o gün gördüklerinin, hayatımı değiştireceğini bilemezdim tabi. İyi ki ekmek yokmuş gene evde. İyi ki abiler ablalar değil de en küçük kardeşler gönderiliyormuş bakkala. İyi ki yazmış da, kışın soğuğu sarıp sarmalamamış seni, yok etmemiş küçücük bedenini kat kat kıyafetler altına.

Köşeden dönüp de sizin kamyoneti gördüğümde bir şeylerin değişeceğini anlamıştım zaten. Bizim köye dışardan çok insan gelmezdi çünkü. Ya öğretmen gelirdi ya doktor. Dini işler Abdi abilerin aileden sorulurdu. Dedem anlatırdı hatta, "bunların dedelerinin dedesi bile imamdı, aile mesleği olmuş bunlarda" diye. Zaten Mehmet de imam olmuş bizim köye sonradan, öyle duydumdu. Komple cennetten arsa kapamışlar düşünsene, topluca yan yana yaşasalar orda da. Güzel hayal.

Senin annen baban da öğretmendi ya 1-2 güne yayıldı köyde gelişinizin haberi. Şehirli karı koca gelmiş öğretmenliğe diye. Bizim çocuklarda tabi bir heyecan, bir heyecan, sorma gitsin. Ama bendeki heyecan çok başka. Seni o gün orda gördüm ya, bir parça güneş girdi kalbimden içeri. Yavaş yavaş merceğin odaklandığı yeri yakması gibi eridim bittim. 60 koca sene olmuş bak, hala bir tek bizim köye gelişinizin yıl dönümünü bilirim, gerisi zaten hep sen.
Sonraları çok utandım zaten, laf olur söz olur, seni başkasına verirler korkusuna ne sana yanaştım, ne de birine çaktırdım tek bir bakışımı. Oysa annen baban bizim gibi miydi ki? Güler geçerlerdi çocuk aklı deyip. Ben de “iyi bir damat” olabilmek için ne gerekiyorsa yaptım bu yüzden. Sınıf başkanı mı olunacak, tahta mı silinecek, sınıf mı temizlenecek, en hızlı kim mi okuyacak, ödevler çiçek gibi mi olacak, hepsi ben'deydi. 
"Okuyacak bu çocuk, zehir gibi kafa var." dediler kahvede babalar benim için. 
"Kız Safiye ilerde benim kıza alalım senin çocuğu, maşallah azimli de tuttuğunu koparır bu oğlan." dediler ev oturmalarında analar benim için de bilmediler ki benim gelecek komple kapalı, hedefe koşuyorum. 
İşte ben senin aşkına böyle okudum. Sen gidecektin yüksek okullara köyden ayrılıp, ben de en yükseğini ben okurum deyip azmettim de burslu kazandım, yoksa nerde gelirdim peşinden İstanbul'lara, beş parasız. Mümkün mü? Aşk her zaman elden ayaktan düşürmüyor insanı, böyle eli ayağı da oluyor. Her zaman almıyor aklını başından, aklını başına getiren de oluyor.

Ama işte sıkıntım gittikçe büyüyordu. Başta seni bana vermezler diye korkumdan söyleyemezken derdimi, şimdi de söylesem sen yan mı baktın kıza bunca sene diyecekler diye içime atıyordum. Tam o aralar tabi bizim İhsan'ı bilirsin. Kolpa İhsan. Bu bir kızı sevmişti de kaçmışlardı ya bunlar Almanya'ya. Hah işte o. 
Bu da beş parasız, e bu da seviyor, e bu kızın da ailesi he demiyor oğlana. Ama hava desen onda, özgüven desen onda. Ya bir ona bakıyorum bir kendime, ulan diyorum tohuma can veren Rabbim, 2 sene daha tut şu kızı kurbanın olam, bak diplomamı bir alayım o gün kızı da alacam, çifte kutlama yapacam. Yemin de billah ama 2 sene daha, vallahi 1 gün fazlası değil.

Nasıl da kendime güvendiysem, ben seni istediğim gibi hem sen bana varacaksın hem de anan baban verecek seni bana. Benim seni sevdiğim kadar seveceksin beni, sürü sürü çocuklarımız olacak ve bir kere bile kavga etmeyecez güya aklımca. Şimdi bakıyorum da ettiğim duaların yüzü suyu hürmetine galiba bugün elimi tutan el senin elin, bir başkasınınki değil. Her sabah senle uyanıyorum da güneş sadece benim kalbime değil ikimizin üstüne doğuyor seneler sonra bile.

Yıllar sonra anlattın tabi bana. Bir kere sana bakışımı görmüşsün de ondan beridir daha bir dikkatli incelemeye başlamışsın beni. Sonuçta aynı köyün çocuklarıymışız da niye konuşmuyormuşuz diye de merak etmişsin ama benden yana bir adım görmeyince sen de uzaktan izlemeye devam etmişsin. Merak büyüdükçe, o hissin muhatabı da büyür gözde. Bilmeden doğru strateji, amatör şansı diyorlar buna herhalde, oldu mu sana hayaller gerçek.

“Torun torbaya anlatacak hikaye işte baba, yaz bunları bak unutulacaklar” diyor ya bizim 3 numara, haklı gene kerata da insan anlatmaya yoruluyor nasıl yazayım. Kamera diye bir şey çıkmış ama geçen dedilerdi. Fotoğraf çekiyormuş ama hareket de ediyormuş o fotoğraf. Yani çok aklıma yatmadı tabi de he he dedim geçtim anlarmış gibi.

Dur bakayım belki ilerde bizi de anlatırlar ha hanım. Dillere destandı derler, maniler yazarlar, örnek gösterirler de biz de yukarda bir yerlerden bakar güleriz kıs kıs. Ama senin gülüşün de çok güzeldir bak, o kamera neyse tekrar sorayım ben şu 3 numaraya, neyse parası denkleştirip alalım da zayi olmasın gülüşlerin. Ne güzel gülüyorsun kız sen be! Ne güzelsin, ne güzel.

Kahvaltı saati de geldi, dur bizim ufaklığı kaldırayım da ekmek alsın kerata. Kaderi bana benzer belki. Çocukları benzetemedik, torunlara kısmettir kim bilir, ha ne dersin? Bakkal yakın artık ama olsun bunun da gözü açık, bizim gibi başı önde yürümüyor ya çocuk. Ama ohoo bu da gece yatmak bilmez sabah kalkmak. İlla başına kadar gidip uyandıracan, kime çektiyse artık. Dur ben bir çıkarayım şu evde olmayıp da dilde olan değneği.

“Ha Cemal, ha oğlum, bak geliyor terlik, geliyor değnek, bak geliyor dedeeee...”

..............
Bir sen yürürsün sokakta, yürürken,
Oturursun koltuğa, oturunca.
Su, bir senin bardağında en çok su.
Bir senin kolların bileziklidir.
Bir senin ağzın dudaklı ve sıcak.
Bir sen memelisin, ince bellisin
Başkaları gitmiş olur, gidince
Bir sen yakınsın, uzakta kalınca
                              Oktay RIFAT

Hiç yorum yok:

트윗하기